“Ölümden korkar mısın Jeremy? Sence ölüm bir kurtuluş mu? Bir son ya da bir başlangıç mı? Aslında korkmaman gerekir, çünkü öldüğün an itibariyle bütün hislerini kaybediyorsun; tabii, sadece belli bir kısım böyle düşünüyor. Sen ne diyorsun? Sence ölümden sonra yaşam var mı? Eğer varsa neden şu an da buradasın? Diğer hayatı çoktan yaşamaya başlayabilirdin ama buna izin verilmedi. Çok yazık. Öte yandan da eğer ruh diye bir şey yok ve bütün bu söylenenler sadece bir kandırmacaysa o zaman yine yaşamanın bir anlamı kalmıyor. Kafam almıyor Jeremy. Senin alıyor mu? Boş ver cevap verme.” Konuşan adam, camın karşı tarafında oturan adama baktı. Sırıtıyordu. “Verebiliyorsan ver tabii. Ama bunun için biraz daha sabretmen gerekiyor bir tanem.” Adamın sırıtışı bütün suratını kapladı. Zaman daralıyordu. Çok az kalmıştı, sabırsızlanıyordu. Kollarını göğüsünde birleştirdi ve duvara yaslandı, bakışları diğer adamın boş bakan gözlerini aradı. “Güzel.” diye mırıldandı ve yakındaki sandalyeyi kendine doğru çekti. Bütün duvarları siyaha boyanmış bir odanın içinde duvarları daha koyu bir siyaha boyanmış odayı izliyordu. Aralarında sadece tek bir pencere vardı, onun dışında odaları herhangi başka bir şey süslemiyordu. Sabırsızlanan bir adam ve vücudu sandalyeye sıkı sıkı başlanmış diğer adam. Siyah ve daha siyah. Nereden gelmişlerdi buraya?
Bundan iki hafta önceydi. Jeremy Parker kız arkadaşıyla ilk defa buluşmuş ve onu orta düzeyde bir restorana götürmüştü. Kız kendisinden 3 yaş küçüktü, “Denenmemiş.” diye düşünmüştü Jeremy, ve arkadaşlarıyla dakikalarca kahkahalarla gülmüşlerdi.
“İyi işte ilk sen deneyeceksin. Her şeyi bütün detaylarıyla dinlemek istiyoruz.”
Restoranda kızın yemeğini kendisinin seçmesine izin vermemişti; ikisi için de menüdeki en ucuz hamburgeri ve şarabı söylemişti. Bu gece çocuğun planları vardı ve kız ne kadar çabuk sarhoş olursa onun ihtiyaçları o kadar çabuk görülecekti. Jeremy sürekli konuşuyordu; aklına gelen her şeyi söylüyordu. Kendi hayatından, arkadaşlarının sevgililerinden en ufak detayına kadar bahsediyordu.
Kızın, üçüncü kadehten sonra gözleri küçülmeye başlamıştı. Patateslerini çoktan bitirmiş, çocuğun elleriyle oynuyordu. Jeremy’nin akşam boyunca ne kadar çok konuştuğunu fark etmemiş olmalıydı. Jeremy garsondan hesabı istedi. Daha sonra kalktılar ve Kasım ayının taze serinliği yüzlerine çarptı. Kız çocuğa daha çok sarıldı, kafasını koluna gömdü.
“Çok geç oldu taksi çağıralım. Ağabeyim beni bekler.”
“Merak etme, seni eve götüreceğim.”
Ertesi sabah kız oğlanın yatak odasının bir köşesinde ağlıyordu.
İki hafta boyunca kızdan haber alamadı.
Bir cuma akşamı Jeremy yine arkadaşlarıyla bir barda oturmuş, Jack Daniels şişesini açtırttırmışlardı. Gecenin sonunda o kadar sarhoş olmuşlardı ki, hiçbirisi ev adreslerini tam hatırlayamıyordu. Özellikle David, Jeremy’nin en yakın arkadaşı ve aynı zamanda kızı ayarlayan çocuk, evinin Makedonya’da olduğunu sanıyordu. Jeremy onu kendi evine sürüklemek zorunda kalmıştı. Taksiciye yamulan ağzıyla adresi tarif etti ve evin içine girene kadar ayık kalmaya çalıştı. David çoktan horluyordu. Siyah demir kapısını zar zor açtıktan sonra David’i yere bıraktı ve tekmeledi. “Haydi kalk. Seni daha fazla taşıyamam zaten çok ağırsın.” Jeremy uzun boylu ve sıska bir çocuktu; David ise onun tam tersi enine ve boyuna genişti.
Jeremy inledi ve biraz daha tekmeledi çocuğu. Daha sonra uyuyakalmış olmalı ki uyandığında hiçbir şeyi hatırlayamıyordu. Gözlerini yavaşça açtı, açmak bile ona oldukça zor gelmişti, 70 kiloluk bir ağırlığı kaldırıyor gibiydi. Ayakları ve elleri bağlıydı, kafasında muhteşem bir ağrı vardı. Kaslarını ve kemiklerini hissetmiyordu, sanki birisi onu gece boyunca bir güzel dövmüştü. Ama hiçbir şey hatırlamıyordu.
Odanın içi karanlıktı. Herhangi bir ışık kaynağı bulmaya çalıştı ancak gözleri yine karanlıkla karşılaştı. Rutubet, idrar ve kusmuk kokuyordu içerisi. Nereye gelmişti böyle?
“Neredeyim ben? Çıkarın beni buradan!” diye bağırmak istedi çaresizce. Ağzı bağlıydı. Birkaç kez daha bağırdı ancak hiçbir ses ona cevap vermedi. Sonra sustu ve bekledi. Kokuya ve rahatsızlığa rağmen sızmış olmalıydı çünkü bu sefer onu yoğun bir ışık hüzmesi uyandırdı.
Küçük bir odanın içindeydi. Duvarlar yeşil yeşil küflenmiş, tavanı örümcek ağları sarmıştı. Bu küçük ve siyah odada yalnızdı. O sırada bir duvarda pencere olduğunu fark etti. Pencere başka bir odanın içini gösteriyordu. Odada yanan loş ışık ona yalnız olmadığını hissettiriyordu. Sesini biraz daha yükseltmeye çalıştı, ve o sırada hırıltılı bir ses tonu duydu.
“Günaydın uyuyan güzel. İyi uyuyabildin mi?” Jeremy böyle bir sesi tanımıyordu. Nereye düşmüştü böyle? “Uyumuş olmalısın. Yaklaşık iki gündür buradasın çünkü. Sana verdiğimiz ilaçlar işe yarıyor olmalı.” Jeremy karnının ağrıdığını hissetti. Ona ilaç veriyorlardı. Ama neden? Soracak o kadar çok sorusu vardı ki. “Büyük ihtimalle nerede ve neden burada olduğunu merak ediyorsundur. Merak etmene gerek yok küçük kuş, her şeyi öğreneceksin. Ama önce birazcık o güzel sesini duymak istiyorum. Öt bakalım.” O sırada kollarını bir mekanizma çekmeye başladı. Uyurken onu çözmüş olmalılardı, ancak bu sefer de daha farklı bir aletin içine oturtturulmuştu.
Çarklar ellerini ve ayaklarını daha sert çekmeye başladı; Jeremy ağzındaki banta rağmen bağırıyordu. Sağ omzu yerinden çıkmıştı.
“Hah şöyle. Kulaklarımın pası silindi.” Çarklar durmuştu. “Seninle konuşacaklarım var Parker. Sonuçta buraya boşu boşuna gelmedin, değil mi? Mutlaka bir amacı olmalı. Ama sakın üzülme, her şey düzelecek. Sadece ufak bir süre yanımda olacaksın. Çok iyi arkadaş olacağız seninle. Eminim çok iyi bir dinleyici olacaksın.” Jeremy konuşan adamı göremiyordu. Pencerenin arkasından onu izliyor olmalıydı.
“Şimdi sana ufak bir hikâye anlatmak istiyorum eğer izin verirsen. Ancak o sırada arkadaşlarım birazcık üzecekler seni. Umarım çok büyük bir rahatsızlık hissetmeyeceksin.” Bir anda odanın içini acı bir koku sardı. Jeremy öksürmeye çalıştı ama ağzındaki bant ona izin vermiyordu. Asitli bir gaz olmalıydı bu; nefes aldıkça ciğerlerini yakıyordu. Çocuk bütün vücudunun alev alev yandığını hissetti.
“Hikâyemin baş kahramanı küçük bir kız, 12 yaşlarında. Kız ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş ve bütün geleceği parçalanmış. Zaten ailecek çok bir paraları yokmuş ve ailenin ölümüyle kız daha da çaresiz hissediyormuş. Bir ağabeyi varmış ancak sorumsuzun tekiymiş, laftan anlamayan, bir baltaya sap olamamış bir çocuk. Kızdan 4 yaş büyük. Kız ona nazaran daha akıllı çıkmış ve kalbini kapatmış. Hiçbir şey hissetmemeye başlamış. Hatta o kadar hiçbir şey hissetmiyormuş ki çok farklı davranışlar sergilemeye başlamış. Ancak kız için ağabeyi her zaman çok önemliymiş; eve her gece mutlaka dönüyormuş. Ağabeyi onun için endişeleniyormuş ama kız o kadar akıllı ve kendine güvenliymiş ki, ağabey kendini yetersiz hissetmeye başlamış. Kız, mahalledeki bütün çocukları dövüp yemek paralarını alıyormuş. O kadar tehlikeliymiş ki, çocukların aileleri bile kızı uyarmaya gelemiyorlarmış. Gel zaman git zaman, kız daha da büyümüş, genç kız olmuş. 15’ine bastığı zaman ağabeyi onu evlerinin yakınındaki dövüş sanatları kursuna göndermiş. Kız orada neredeyse çoğunu başarıyla tamamlamış ve turnuvalarda altın madalya getirmiş. Ağabeyinin gözü ister istemez biraz korkuyordu, çünkü her geçen gün kız biraz daha hırçınlaşıyor ve ne kadar çok hırçınlaşıyorsa o kadar çok güçleniyordu. Ağabeyi en sonunda onu uyarmak istemiş ancak kız onu terslemiş ve evden kaçmış. Henüz 17 yaşındaymış. Ancak birkaç sene sonra eve dönmüş; ağabeyine o geçen yıllarda neler olduğunu hiç anlatmamış. Kız daha da ilginç hareketler yapmaya başlamış, geceleri rastgele adamları tavlıyor, evine getiriyor ve onlara eziyet ediyormuş. Ağabeyine ise onu tecavüz etmeye çalıştıkları ve onun da kendisini savunması gerektiğini düşündüğünü söylemiş. Ağabey yine susmuş. Kız her gece bütün vücudu kan olmuş bir şekilde eve giriyormuş; neyse ki o kanların hiçbirisi kendisinin değilmiş. O yüzden ağabeyi çok fazla sesini çıkarmıyormuş. Aradan aylar geçmiş ve kız bir çocuğu da tavlamak istemiş. Ancak çocuk onu istememiş. Hayatında ilk defa kız çocuğa zarar vermemiş. Tabii ondan sonra başka birine daha çok zarar vermek istiyormuş.” Adam duraksadı. Jeremy sesinden adamın sırıttığını anlayabildi. Odadaki gaz ise yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Jeremy’nin gözleri bulanıklaşmaya ve bütün cildi yanmaya başlamıştı. Kafasını indirdiğinde bütün ellerinin üstünün kıpkırmızı, sinirli nasırlarla dolduğunu gördü. Camın diğer tarafındaki adam ise zevkle hikâyeyi anlatmaya devam ediyordu. “Onu elime bir geçireyim, bir daha ağzını açma şansı dahi olmayacak.” diye düşündü Jeremy.
Adam devam etti. “Şimdi ikinci aşamaya geçebiliriz. Çocuklar, getirin.” O sırada odanın kapısı açıldı ve içeri yüzleri maskeli iki adam girdi. Büyükçe bir kutu taşıyorlardı. Jeremy sulu gözlerle onların kutuyu dibine bırakıp odadan çıkışlarını izledi. “İkinci bölümde ise farklı bir şey yapıyoruz. Hazır mısın?” Onu tutan makaralar bir anda çözülmüş ve onu serbest bırakmıştı. Çocuk mutluluktan ağlamak istemişti o anda, ama her şeyin bu kadar basit olmadığını biliyordu.
“Şimdi, bütün söylediklerimi yapacaksın. Eğer ufak bir hata yaparsan alacağın ceza artar. Oturduğun yerden yavaşça kalk ve kutuya doğru ilerle, sakın başka bir yere yönelme. Gözlerin kutunun üzerinde olsun. Anlaşıldı mı?” Jeremy söylenildiği gibi ayağa kalktı ve kutuya doğru yöneldi. Kutuya yaklaştıkça odaya daha da korkunç bir koku yayılıyordu.
“Hikâyenin ikinci kısmında ise bir adam var. Adam 25 yaşlarında. İri kıyım, bıyıklı. Sempatik bir çocuk, yanında istediğin gibi sohbet edebiliyorsun. Güçlü bir kahkahası var, seni de güldürecek tipten. Her işine koşmak isteyen babacan bir çocuk. Ama bir gün bir hata yapmış bu iyi yürekli melek. Bir kızın kalbini çok kırmış. Kızın dışarı çıkma fikrini reddetmiş ve kızı başka bir arkadaşına… yönlendirmek istemiş diyelim nazik bir dille. Diğer çocuk ise bunu kabul etmiş, sonuçta yatılacak bir kız ne kadar kötü olabilir ki? Beraber dışarı çıkmışlar, güzel bir akşam geçirmişler ve hatta biraz da sarhoş olmuşlar. Kız daha sonrasını çok hatırlayamıyor. Tek söylediği şey, ‘Çok acıyor.’muş. Ertesi sabah ise ağlayarak çocuğun evinden kaçmış. Aradan günler geçmiş ancak kızdan haber alınamamış. Ne ağabeyi haber alabilmiş, ne de komşuları. Kızın ortalıktan kaybolması hiçbir zaman iyiye işaret değilmiş, çünkü ne zaman uzaklaşsa, geri geldiğinde çok daha fazla sinirlenmiş olarak geliyormuş. Ve bu sefer de farklı değilmiş.” Jeremy kutunun dibinde durdu ve cama doğru baktı, ne yapmam gerekiyor dercesine. Adam ise ufak bir kahkaha atmış. “E ne duruyorsun, açsana!” Çocuk tereddüt etmiş. “Eğer açmazsan daha çok gaz gelir bir tanem. O yüzden şu işi zorlaştırma çok fazla vaktimiz kalmadı.”
Çocuk yutkundu ama sessizce kafasını salladı, kendini temkin eder gibi. Kutuya doğru eğildi ve önünde diz çöktü. Kutudan hayatında duyduğu en kötü kokuyu duyuyordu. Sanki bir şeyler kutunun içinde çürümüş ve günlerce orada bırakılmıştı. Jeremy derin bir nefes aldı ve titreyen ellerini kutunun kilitli yerlerine koydu.
“Çabuk ol!” diye gürledi adam. Jeremy gözlerini kapadı, ne kadar kötü olabilirdi ki? Kutuyu açtı ve gördüğü manzara sonrasında arkasına doğru düştü. Önce tam olarak anlamamıştı ama birkaç saniye sonra beyni karşısında duran … parçaları birleştirmişti. Ortadan ikiye ayrılmış kocaman bir kafa; büyük mavi gözleri oyulmuş ve kafatasının yanına konulmuştu. Göz boşluklarına tombul ellerinden kesilmiş parmaklar dikilmişti. Beyni dağılmış ve parçalar ağzının içine tıkılmıştı. Jeremy yerinden kalkamadı ve kustu.
“Ve bu da bizi hikâyemizin son kısmına getiriyor küçük Jeremy. O evden kaçan kız iki hafta sonra elinde kocaman bir kutuyla ağabeyinin evine dönmüş. Ağabeyi yine sormaya çalışmış ama kız yine cevap vermeyince üstelememiş. Yalnız birkaç gün sonra ağabeyine bir not bırakmış. Ona yazdığı adrese istediği şeyle gelmesi gerektiğini yazmış. Ağabey eve geldiği zaman kızcağız bütün olanları baştan sona bütün detaylarıyla anlatmış ve çocuk yarı şaşkınlık, yarı korumacılıkla kardeşini dinlemiş. Ardından getirdiği şeyi evin bir odasına yerleştirmişler ve beklemişler. İki gün sonra getirdikleri şey uyanmış. Kız da bu anı bekliyormuş.” O sırada Jeremy’nin bulunduğu odanın kapısı tekrar açıldı ve kız içeri girdi. Gözleri ışıl ışıldı.
“Nasıl beğendin mi eserimi? Şu zamana kadar yaptığım en güzel şey. Ama başka güzel bir şey daha yapmak istiyorum eğer izin verirsen.” Kız, çocuğa doğru yaklaştı ve yakasından tuttuğu gibi tek hamlede ayağa kaldırdı. “Ah ne kadar da sevimlisin. Ama maalesef o daha sevimliydi. Keşke her şey benim istediğim gibi olsaydı. Kendi kaybı. Yine benim istediklerim oluyor tabii. Ne zaman olmadı ki, değil mi ağabeyciğim?” Konuşan adam ufak bir kahkaha attı.
“Her zaman küçük kardeşim.” Kız gözünü Jeremy’den ayırmıyordu. İfadesiz suratına bir anda tatlı bir gülümseme yayıldı.
“Ölümden korkar mısın Jeremy? Korkma. Ama ölüme yaklaşırken kork. Çok korkacaksın. Merak etme, çok korkacaksın.” dedi ve arka cebinden çıkarttığı bıçağı çocuğun gözüne sapladı.
İki gün sonra ağabey çocuğun parçalanmış vücudunu çöp poşetinin içine koydu ve denizin içine attı.
Bundan iki hafta önceydi. Jeremy Parker kız arkadaşıyla ilk defa buluşmuş ve onu orta düzeyde bir restorana götürmüştü. Kız kendisinden 3 yaş küçüktü, “Denenmemiş.” diye düşünmüştü Jeremy, ve arkadaşlarıyla dakikalarca kahkahalarla gülmüşlerdi.
“İyi işte ilk sen deneyeceksin. Her şeyi bütün detaylarıyla dinlemek istiyoruz.”
Restoranda kızın yemeğini kendisinin seçmesine izin vermemişti; ikisi için de menüdeki en ucuz hamburgeri ve şarabı söylemişti. Bu gece çocuğun planları vardı ve kız ne kadar çabuk sarhoş olursa onun ihtiyaçları o kadar çabuk görülecekti. Jeremy sürekli konuşuyordu; aklına gelen her şeyi söylüyordu. Kendi hayatından, arkadaşlarının sevgililerinden en ufak detayına kadar bahsediyordu.
Kızın, üçüncü kadehten sonra gözleri küçülmeye başlamıştı. Patateslerini çoktan bitirmiş, çocuğun elleriyle oynuyordu. Jeremy’nin akşam boyunca ne kadar çok konuştuğunu fark etmemiş olmalıydı. Jeremy garsondan hesabı istedi. Daha sonra kalktılar ve Kasım ayının taze serinliği yüzlerine çarptı. Kız çocuğa daha çok sarıldı, kafasını koluna gömdü.
“Çok geç oldu taksi çağıralım. Ağabeyim beni bekler.”
“Merak etme, seni eve götüreceğim.”
Ertesi sabah kız oğlanın yatak odasının bir köşesinde ağlıyordu.
İki hafta boyunca kızdan haber alamadı.
Bir cuma akşamı Jeremy yine arkadaşlarıyla bir barda oturmuş, Jack Daniels şişesini açtırttırmışlardı. Gecenin sonunda o kadar sarhoş olmuşlardı ki, hiçbirisi ev adreslerini tam hatırlayamıyordu. Özellikle David, Jeremy’nin en yakın arkadaşı ve aynı zamanda kızı ayarlayan çocuk, evinin Makedonya’da olduğunu sanıyordu. Jeremy onu kendi evine sürüklemek zorunda kalmıştı. Taksiciye yamulan ağzıyla adresi tarif etti ve evin içine girene kadar ayık kalmaya çalıştı. David çoktan horluyordu. Siyah demir kapısını zar zor açtıktan sonra David’i yere bıraktı ve tekmeledi. “Haydi kalk. Seni daha fazla taşıyamam zaten çok ağırsın.” Jeremy uzun boylu ve sıska bir çocuktu; David ise onun tam tersi enine ve boyuna genişti.
Jeremy inledi ve biraz daha tekmeledi çocuğu. Daha sonra uyuyakalmış olmalı ki uyandığında hiçbir şeyi hatırlayamıyordu. Gözlerini yavaşça açtı, açmak bile ona oldukça zor gelmişti, 70 kiloluk bir ağırlığı kaldırıyor gibiydi. Ayakları ve elleri bağlıydı, kafasında muhteşem bir ağrı vardı. Kaslarını ve kemiklerini hissetmiyordu, sanki birisi onu gece boyunca bir güzel dövmüştü. Ama hiçbir şey hatırlamıyordu.
Odanın içi karanlıktı. Herhangi bir ışık kaynağı bulmaya çalıştı ancak gözleri yine karanlıkla karşılaştı. Rutubet, idrar ve kusmuk kokuyordu içerisi. Nereye gelmişti böyle?
“Neredeyim ben? Çıkarın beni buradan!” diye bağırmak istedi çaresizce. Ağzı bağlıydı. Birkaç kez daha bağırdı ancak hiçbir ses ona cevap vermedi. Sonra sustu ve bekledi. Kokuya ve rahatsızlığa rağmen sızmış olmalıydı çünkü bu sefer onu yoğun bir ışık hüzmesi uyandırdı.
Küçük bir odanın içindeydi. Duvarlar yeşil yeşil küflenmiş, tavanı örümcek ağları sarmıştı. Bu küçük ve siyah odada yalnızdı. O sırada bir duvarda pencere olduğunu fark etti. Pencere başka bir odanın içini gösteriyordu. Odada yanan loş ışık ona yalnız olmadığını hissettiriyordu. Sesini biraz daha yükseltmeye çalıştı, ve o sırada hırıltılı bir ses tonu duydu.
“Günaydın uyuyan güzel. İyi uyuyabildin mi?” Jeremy böyle bir sesi tanımıyordu. Nereye düşmüştü böyle? “Uyumuş olmalısın. Yaklaşık iki gündür buradasın çünkü. Sana verdiğimiz ilaçlar işe yarıyor olmalı.” Jeremy karnının ağrıdığını hissetti. Ona ilaç veriyorlardı. Ama neden? Soracak o kadar çok sorusu vardı ki. “Büyük ihtimalle nerede ve neden burada olduğunu merak ediyorsundur. Merak etmene gerek yok küçük kuş, her şeyi öğreneceksin. Ama önce birazcık o güzel sesini duymak istiyorum. Öt bakalım.” O sırada kollarını bir mekanizma çekmeye başladı. Uyurken onu çözmüş olmalılardı, ancak bu sefer de daha farklı bir aletin içine oturtturulmuştu.
Çarklar ellerini ve ayaklarını daha sert çekmeye başladı; Jeremy ağzındaki banta rağmen bağırıyordu. Sağ omzu yerinden çıkmıştı.
“Hah şöyle. Kulaklarımın pası silindi.” Çarklar durmuştu. “Seninle konuşacaklarım var Parker. Sonuçta buraya boşu boşuna gelmedin, değil mi? Mutlaka bir amacı olmalı. Ama sakın üzülme, her şey düzelecek. Sadece ufak bir süre yanımda olacaksın. Çok iyi arkadaş olacağız seninle. Eminim çok iyi bir dinleyici olacaksın.” Jeremy konuşan adamı göremiyordu. Pencerenin arkasından onu izliyor olmalıydı.
“Şimdi sana ufak bir hikâye anlatmak istiyorum eğer izin verirsen. Ancak o sırada arkadaşlarım birazcık üzecekler seni. Umarım çok büyük bir rahatsızlık hissetmeyeceksin.” Bir anda odanın içini acı bir koku sardı. Jeremy öksürmeye çalıştı ama ağzındaki bant ona izin vermiyordu. Asitli bir gaz olmalıydı bu; nefes aldıkça ciğerlerini yakıyordu. Çocuk bütün vücudunun alev alev yandığını hissetti.
“Hikâyemin baş kahramanı küçük bir kız, 12 yaşlarında. Kız ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş ve bütün geleceği parçalanmış. Zaten ailecek çok bir paraları yokmuş ve ailenin ölümüyle kız daha da çaresiz hissediyormuş. Bir ağabeyi varmış ancak sorumsuzun tekiymiş, laftan anlamayan, bir baltaya sap olamamış bir çocuk. Kızdan 4 yaş büyük. Kız ona nazaran daha akıllı çıkmış ve kalbini kapatmış. Hiçbir şey hissetmemeye başlamış. Hatta o kadar hiçbir şey hissetmiyormuş ki çok farklı davranışlar sergilemeye başlamış. Ancak kız için ağabeyi her zaman çok önemliymiş; eve her gece mutlaka dönüyormuş. Ağabeyi onun için endişeleniyormuş ama kız o kadar akıllı ve kendine güvenliymiş ki, ağabey kendini yetersiz hissetmeye başlamış. Kız, mahalledeki bütün çocukları dövüp yemek paralarını alıyormuş. O kadar tehlikeliymiş ki, çocukların aileleri bile kızı uyarmaya gelemiyorlarmış. Gel zaman git zaman, kız daha da büyümüş, genç kız olmuş. 15’ine bastığı zaman ağabeyi onu evlerinin yakınındaki dövüş sanatları kursuna göndermiş. Kız orada neredeyse çoğunu başarıyla tamamlamış ve turnuvalarda altın madalya getirmiş. Ağabeyinin gözü ister istemez biraz korkuyordu, çünkü her geçen gün kız biraz daha hırçınlaşıyor ve ne kadar çok hırçınlaşıyorsa o kadar çok güçleniyordu. Ağabeyi en sonunda onu uyarmak istemiş ancak kız onu terslemiş ve evden kaçmış. Henüz 17 yaşındaymış. Ancak birkaç sene sonra eve dönmüş; ağabeyine o geçen yıllarda neler olduğunu hiç anlatmamış. Kız daha da ilginç hareketler yapmaya başlamış, geceleri rastgele adamları tavlıyor, evine getiriyor ve onlara eziyet ediyormuş. Ağabeyine ise onu tecavüz etmeye çalıştıkları ve onun da kendisini savunması gerektiğini düşündüğünü söylemiş. Ağabey yine susmuş. Kız her gece bütün vücudu kan olmuş bir şekilde eve giriyormuş; neyse ki o kanların hiçbirisi kendisinin değilmiş. O yüzden ağabeyi çok fazla sesini çıkarmıyormuş. Aradan aylar geçmiş ve kız bir çocuğu da tavlamak istemiş. Ancak çocuk onu istememiş. Hayatında ilk defa kız çocuğa zarar vermemiş. Tabii ondan sonra başka birine daha çok zarar vermek istiyormuş.” Adam duraksadı. Jeremy sesinden adamın sırıttığını anlayabildi. Odadaki gaz ise yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Jeremy’nin gözleri bulanıklaşmaya ve bütün cildi yanmaya başlamıştı. Kafasını indirdiğinde bütün ellerinin üstünün kıpkırmızı, sinirli nasırlarla dolduğunu gördü. Camın diğer tarafındaki adam ise zevkle hikâyeyi anlatmaya devam ediyordu. “Onu elime bir geçireyim, bir daha ağzını açma şansı dahi olmayacak.” diye düşündü Jeremy.
Adam devam etti. “Şimdi ikinci aşamaya geçebiliriz. Çocuklar, getirin.” O sırada odanın kapısı açıldı ve içeri yüzleri maskeli iki adam girdi. Büyükçe bir kutu taşıyorlardı. Jeremy sulu gözlerle onların kutuyu dibine bırakıp odadan çıkışlarını izledi. “İkinci bölümde ise farklı bir şey yapıyoruz. Hazır mısın?” Onu tutan makaralar bir anda çözülmüş ve onu serbest bırakmıştı. Çocuk mutluluktan ağlamak istemişti o anda, ama her şeyin bu kadar basit olmadığını biliyordu.
“Şimdi, bütün söylediklerimi yapacaksın. Eğer ufak bir hata yaparsan alacağın ceza artar. Oturduğun yerden yavaşça kalk ve kutuya doğru ilerle, sakın başka bir yere yönelme. Gözlerin kutunun üzerinde olsun. Anlaşıldı mı?” Jeremy söylenildiği gibi ayağa kalktı ve kutuya doğru yöneldi. Kutuya yaklaştıkça odaya daha da korkunç bir koku yayılıyordu.
“Hikâyenin ikinci kısmında ise bir adam var. Adam 25 yaşlarında. İri kıyım, bıyıklı. Sempatik bir çocuk, yanında istediğin gibi sohbet edebiliyorsun. Güçlü bir kahkahası var, seni de güldürecek tipten. Her işine koşmak isteyen babacan bir çocuk. Ama bir gün bir hata yapmış bu iyi yürekli melek. Bir kızın kalbini çok kırmış. Kızın dışarı çıkma fikrini reddetmiş ve kızı başka bir arkadaşına… yönlendirmek istemiş diyelim nazik bir dille. Diğer çocuk ise bunu kabul etmiş, sonuçta yatılacak bir kız ne kadar kötü olabilir ki? Beraber dışarı çıkmışlar, güzel bir akşam geçirmişler ve hatta biraz da sarhoş olmuşlar. Kız daha sonrasını çok hatırlayamıyor. Tek söylediği şey, ‘Çok acıyor.’muş. Ertesi sabah ise ağlayarak çocuğun evinden kaçmış. Aradan günler geçmiş ancak kızdan haber alınamamış. Ne ağabeyi haber alabilmiş, ne de komşuları. Kızın ortalıktan kaybolması hiçbir zaman iyiye işaret değilmiş, çünkü ne zaman uzaklaşsa, geri geldiğinde çok daha fazla sinirlenmiş olarak geliyormuş. Ve bu sefer de farklı değilmiş.” Jeremy kutunun dibinde durdu ve cama doğru baktı, ne yapmam gerekiyor dercesine. Adam ise ufak bir kahkaha atmış. “E ne duruyorsun, açsana!” Çocuk tereddüt etmiş. “Eğer açmazsan daha çok gaz gelir bir tanem. O yüzden şu işi zorlaştırma çok fazla vaktimiz kalmadı.”
Çocuk yutkundu ama sessizce kafasını salladı, kendini temkin eder gibi. Kutuya doğru eğildi ve önünde diz çöktü. Kutudan hayatında duyduğu en kötü kokuyu duyuyordu. Sanki bir şeyler kutunun içinde çürümüş ve günlerce orada bırakılmıştı. Jeremy derin bir nefes aldı ve titreyen ellerini kutunun kilitli yerlerine koydu.
“Çabuk ol!” diye gürledi adam. Jeremy gözlerini kapadı, ne kadar kötü olabilirdi ki? Kutuyu açtı ve gördüğü manzara sonrasında arkasına doğru düştü. Önce tam olarak anlamamıştı ama birkaç saniye sonra beyni karşısında duran … parçaları birleştirmişti. Ortadan ikiye ayrılmış kocaman bir kafa; büyük mavi gözleri oyulmuş ve kafatasının yanına konulmuştu. Göz boşluklarına tombul ellerinden kesilmiş parmaklar dikilmişti. Beyni dağılmış ve parçalar ağzının içine tıkılmıştı. Jeremy yerinden kalkamadı ve kustu.
“Ve bu da bizi hikâyemizin son kısmına getiriyor küçük Jeremy. O evden kaçan kız iki hafta sonra elinde kocaman bir kutuyla ağabeyinin evine dönmüş. Ağabeyi yine sormaya çalışmış ama kız yine cevap vermeyince üstelememiş. Yalnız birkaç gün sonra ağabeyine bir not bırakmış. Ona yazdığı adrese istediği şeyle gelmesi gerektiğini yazmış. Ağabey eve geldiği zaman kızcağız bütün olanları baştan sona bütün detaylarıyla anlatmış ve çocuk yarı şaşkınlık, yarı korumacılıkla kardeşini dinlemiş. Ardından getirdiği şeyi evin bir odasına yerleştirmişler ve beklemişler. İki gün sonra getirdikleri şey uyanmış. Kız da bu anı bekliyormuş.” O sırada Jeremy’nin bulunduğu odanın kapısı tekrar açıldı ve kız içeri girdi. Gözleri ışıl ışıldı.
“Nasıl beğendin mi eserimi? Şu zamana kadar yaptığım en güzel şey. Ama başka güzel bir şey daha yapmak istiyorum eğer izin verirsen.” Kız, çocuğa doğru yaklaştı ve yakasından tuttuğu gibi tek hamlede ayağa kaldırdı. “Ah ne kadar da sevimlisin. Ama maalesef o daha sevimliydi. Keşke her şey benim istediğim gibi olsaydı. Kendi kaybı. Yine benim istediklerim oluyor tabii. Ne zaman olmadı ki, değil mi ağabeyciğim?” Konuşan adam ufak bir kahkaha attı.
“Her zaman küçük kardeşim.” Kız gözünü Jeremy’den ayırmıyordu. İfadesiz suratına bir anda tatlı bir gülümseme yayıldı.
“Ölümden korkar mısın Jeremy? Korkma. Ama ölüme yaklaşırken kork. Çok korkacaksın. Merak etme, çok korkacaksın.” dedi ve arka cebinden çıkarttığı bıçağı çocuğun gözüne sapladı.
İki gün sonra ağabey çocuğun parçalanmış vücudunu çöp poşetinin içine koydu ve denizin içine attı.